Bugün her sektörden, her kesimden, küçüğünden büyüğüne kadar en çok duyduğumuz konu; “Türkiye’nin marka olması/olmadığı”yönündeki söylemler, tartışmalar, sektörel açıklamalar… Artık konuya o kadar sahip çıkıldı ki Türkiye’nin marka olması için neler yapılması gerektiğine yönelik” özel şirketler , şirket danışmanları tarafından arama toplantıları, seminerler, paneller hatta uluslararası konferanslar bile düzenlenir oldu.
Marka yönetimi ile ilgili yaklaşık 5 yıldır ciddi araştırmalar yapıyor, yayınları takip ediyor , anket, analiz sonuçlarını inceliyor ve imkan bulduğum, destek gördüğüm farklı sektörlerden konferans ve seminerlere katılmaya gayret ediyorum. Alanında uzman, marka yönetimi konusunda ileri seviyede çalışmaları olmuş akademisyen, üstadlarla, gerek internet üzerinden gerek ziyarete giderek gerekse İzmir’e yolu düşenlerle sohbet etmeye ,bilgi, görüş ve önerini paylaşmaya çalışıyorum. Yaklaşık 10 gündür de “ Türkiyenin marka olması” yönünde internette yayınlanmış her türlü makaleyi, eğitim notunu, sektörel yayınları inceleyip duruyorum. Yani bu konuda o kadar çok konu, farklı görüş biriktirdim ki, sonunda bende Türkiye(ülke) nasıl markalaşır, markalaşabilir mi? diyerek örnek bir çalışma yapmaya karar verdim. Şimdiye kadar gerek yükseklisans eğitimim , farklı sektördeki proje çalışmalarım (perakende /turizm) gerekse kurumsallaşmış bir şirkette 10 yılı aşkın tecrübemle , okuduğum, duyduğum, paylaştığım her fikir, proje ve çalışmada “Türkiye’nin markalaşmasından çok, bayrağıyla, takımıyla, yaşlısıyla gençiyle, zenginiyle fakiriyle, muhendisiyle memuruyla, yazarıyla çizeriyle, yenilikcisiyle, yatırımcısıyla, girişimcisiyle “Türk olmanın ne anlama geldiğinin tanımlanması ve bu anlamın altında yatan temel değerlerin bilinmesinde” bir takım eksiklikler, plansızlıktan kaynaklanan zaman kayıpları yaşadığımız ve bu anlam karmaşasında mevcut değerlerimizin yenik düşdüğünü fark ettim.
Gerçekten de en büyük eksikliğimizin; bu mevcut değerlerin tam olarak bilinmemesi, tanımlanmaması ,bölgeye, sektöre ve ülkenin markalaşmasına yönelik çalışmalarının nereden ya da hangisinden başlatılacak olduğunun belirlenememesinden kaynaklandığını gördüm. Bir de buna dünyanın dört bir yanına yayılmış ülke insanımızın taşıdığı özellikler nezdinde bazı olumsuzluklar dış ülkeler tarafından ön plana çıkartılmaya çalışılınca dedim ki ; Eğer yaşadığımız bu topraklarda ülke markamızı oluşturmak adına yapılacak çalışmaları sağlam temeller üzerine oturtamazsak, sağlam temeller üzerine oturtulmuş ülke ve markalarımızın , kendi değer ve ilkelerimizi yok etmesine izin vermiş olacağız. Hal böyle olunca ülkelerin markalaşmasına yönelik bir eylem planı hazırlamaya koyulmadan önce; Marka olarak nitelendirilen ürün ya da hizmetlerin onu oluşturan değerlerinin tüketici nezdinde nasıl tanımlandığı, hedef kitlenin istediği, beklediği , ihtiyaç duyduğu alanları nasıl keşfedilip, özelleştirme /kişileştirme çalışmaları yapıdığını , kullanıcıya değer katacak maksimum faydayı sağlayacak ürün/tüketici iletişiminin nasıl sağlandığını gözden geçirmeye başladım. Yani markalaşmak için önce, markanın belli bir tanımının hem ürün sahibi hem de tüketici nezdinde yapmalıydık diyerek bir ülkenin marka olmasına yönelik tarihiyle, turizmiyle, ekonomisiyle, yatırımıyla, insanıyla nasıl bir tanımlama yapacak olduğumuzu şimdiye kadar bu alanda sektörel yapılan tanımlar, iletişim alanları/bağlantıları, ve faaliyetlerin detayını incelemeye başladım. Nasıl Paris denince “moda”, İtalya denince “tasarım”, Tayland deyince “ipek” akla geliyorsa Türkiye denince de belirgin bir konu ve alan artık hatıra gelmeliydi dedim ve işe koyuldum . Hatta bir üst aşamada ülke içinde bölgesel markalaşma bile yapılmalıydı diyerek birşeyler daha çok netleşmeye başladı hafızamda. Bu noktada “Kurumsallaşmış şirketlerin(Holding) tarihsel gelişimine bakarak, onların izlemiş oldukları yoldaki yöntemleri kullanarak, deneyimlerinden faydalanarak Türkiyenin markalaşma çalışmalarını acaba başlatabilir miyiz? sorusuna takılıp kaldım. Çünkü on yıldır Türkiyenin sayılı büyük Holding’ine bağlı kurumsallaşmış bir şirkette çalışıyor olmamla içimden bir ses “ Kurumsallaşma mantığı altında yatan özellik/ilke ve değerleri ülke yapımıza yönelik benzer özellikte kurgulanabilirsek bu alandaki çalışmalara ciddi şekilde ışık tutatabilecek olduğumuzu” söylüyordu. Uzun bir dönem çalışmış olduğum Holding’de 100 bin’e yakın kişi, her gün nasıl ülkenin farklı bir bölgesinde/ilinde, farklı bir görevde, farklı sektörlerde, tek bir çatı altında toplanmış olarak, temel iş /kurum değerlerini koruyarak Holding adına sahip çıkıyor, olası her türlü ülke/dünya şartlarına göre kendini geliştirmeyi, fayda sağlamayı amaç edinirek çalışıyorsa ve en üst seviyede uzman/profesyonel kişilerce yönetilebiliyorsa; Türkiye genelinde de böyle bir düzen kurulup, organize bir yönetim anlayışında her türlü dış etkene karşı güçlü ve sektörel bazda liderlik özelliklerinde “Ülke markalaşması sağlanabilirdi” düşünmekten kendimi alamadım.
İsterseniz bu yönde düşüncemde olan konuları biraz daha sizlere açmaya çalışayım:
Gelin şimdi birlikte bir Holding düşünelim.
1- Bu holdingin ülkenin farklı bölgelerinde farklı faaliyet alanlarında bir sürü şirketi olsun.
2- Bu şirket içinde , farklı eğitimler almış, kişisel özellikleri, yetişme tarzları, şirket içi konumları, ücret seviyeleri, performansları, yaşam koşulları birbirinden oldukça farklı bir sürü kişi çalışsın.
3- Bu çalışanların amacı ; kendisine verilen imkanlar , yetkiler doğrultusunda ortak amaca hizmet etmek, aynı dili konusmak, aynı duruşu sergilemek ve yaşamlarını bu anlamda ortak çatı altında sürdürmek olsun.
4- Holding ile sektör çalışanları arasındaki iletişim ise kazan kazan mantığı üzerine kurulsun.
5- Holding, yeri geldiğinde faaliyet alan yatırımları için devletin teşvik, imtiyaz ve kredilerinden yararlansın.
6- Holdingin sahipleri yatırımları güçlendirmek, katma değer sağlamak, varlıklarını güçlendirmek için çeşitli ortaklıklar, satın almalar gerçekleştirsin.
Ve gelin Şimdide bir ülke (yani Türkiyemizi) düşünelim.
1- Bu ülkenin farklı bölgelerinde farklı faaliyet alanlarında bir sürü şirketi /yatırımları olsun.
2- Bu ülke içinde , farklı eğitimler almış, kişisel özellikleri, yetişme tarzları, şirket içi konumları, ücret seviyeleri, performansları, yaşam koşulları birbirinden oldukça farklı bir sürü kişi yaşasın.
3- Bu yaşayanların amacı ; kendisine verilen imkanlar , yetkiler doğrultusunda ortak amaca hizmet etmek, aynı dili konusmak, aynı duruşu sergilemek ve niceleri ile yaşamlarını bu anlamda ortak ülke çatısı altında sürdürmek olsun.
4- Ülke toprağı ile vatandaşı arasındaki iletişim ise kazan kazan mantığı üzerine kurulsun.
5- Ülke , yeri geldiğinde faaliyet alan yatırımları için devletin teşvik, imtiyaz ve kredilerinden yararlansın ve iş sahası açsın, vergi versin.
6- Ülkenin sahipleri yatırımları güçlendirmek, katma değer sağlamak, varlıklarını güçlendirmek için çeşitli ortaklıklar, satın almalar gerçekleştirsin.
İki oluşum arasında ne kadar çok benzer özellikler olduğu dikkatinizi çekmiştir mutlaka. Peki, 80 yılı aşkın bir Holding ile 85 yılı aşkın bir ülkenin(Cumhuriyet tarihinimizden bu yana) gelişen, değişen, farklılaşan yapısında nelere emek verilmiş, nesiller boyu yatırımlar nasıl bugünkü durumunu almış, sektörlerin/ markaların tarihsel süreçlerinde hangi prensipler gelişmiş-geliştirilmiş, nasıl bir ekiple yol alınmış, nasıl çalışanlar birbiri ile gerek yetkinlik, gerek performans ve ücretlendirmede adil şartlar altında herhangi bir sorun yaşamadan aynı ortamda çalışmış , hangi krizlerle karşılaşılmış ve hangi yöntemlerle bu krizleri atlatılıp ayakta kalmayı başarmış? olduğunu düşünerek, bu yapı içinde ortak benzerlikler ve farklılıklar yönünden kıyaslama tekniği kullanarak Türkiyenin markalaşma faaliyetlerini, kurumsallaşmış şirketler bazında derinleştirip uygulanabilir bir eylem planı hazırlayamaz mıyız? Ne dersiniz?
Gelin hazırlanır diyorsanız; Türkiyenin sayılı ve en büyük Holdinglerinden olan Koç Holding’in Kurumsal Kimlik ve Yönetim alanındaki çalışmalarını nasıl bir sistem içinde sürdürüyor , adımsal bazda bunları tek tek incelemeye çalışalım.
- ADIM : Koç Holding Grup Şirketlerini, faaliyet alanlarına göre Otomotiv-Dayanıklı Tüketim-Enerji-Perakende(gıda dışı) vb. gibi 5 ana sektöre ayırmış.
Bizde Türkiye’de mevcut/potansiyel dünya sıralamasında gerek üretimi, gerek yatırımı ile ön plana çıkabilecek sektörleri belirleyip hem genel hem de bölgesel gruplandırma yapabiliriz.
2.ADIM : Koç Topluluğunun Vizyon ve Değerleri var. Vizyon net olarak belirlenmiş, Ortak değerler ise (6 ana ortak değer) listelenmiş ve tüm çalışanlar tarafından benimsenmesine yönelik detaylandırılmış. Ülkemizinde bir vizyonu var/olmalı ve ortak ülke /bölge bazında değerleri liste halinde kaleme alabiliriz.
3.ADIM : Koç Topluluğunun Stratejik Hedefleri var. ( 5 temel hedef) Bizim de ülke genelinde Stratejik Sektör /Marka hedeflerimiz olmalı. En azından ülke markamızı oluşturacak ve dış ülkeler nezdinde ortak amacımıza güç katacak yön verecek hedefleri belirleyebiliriz.
4.ADIM : Hedef ve İlkeler bazında çalışanların ortak ve sektör özellikleri bazında farklılaştırılmış kişisel özellikleri ve yetkinlikleri var. Ülke insanımızında ortak Türk olmaktan kaynaklanan değerleri /bölgesel bir çok özelliği var , kimi tanımlı kimi tanımsız kimi bölgesel kimi yerel ..bunları biraya getirip, yeniden düzenleyebiliriz. (bakınız.www.koc.com.tr)
Bu adımlardan yola çıkarak aslında yapmamız gereken şey; Genel ülke yapımıza uygun, günümüz şartlarına uyumlu genel bir Türkiye marka çerçevesi oluşturmak, deneyim sahibi olanların kapılarını bu noktada çalarak destek istemek ve geneli özele indirgeyecek pilot bir alanda ülkemiz markalaşma çalışmalarını uygulamaya başlamak olmalıdır bence . Yani kısaca, “Ülkemiz temel değerlerini, bölgesel özelliklerimizle bütünleştirip, niteliksel farklılıklarını avantaja dönüştürecek şekilde ortak paylaşımlarda bulunur ve sistem içinde kazan kazan mantığı kurabilirsek Türkiyenin markalaşmasına yönelik en büyük adımı atmış olabiliriz” diyorum. Zaten son dönemdeki “Şirketler, gelin dünyayı birlikte değiştirelim. Ülkemizin gelişmesi için birlikte çalışalım, ortak projeler geliştirelim” çağrılarını duyar olmamızda sizce hep bu yüzden değil mi?
Uzun lafın kısası gelin hep birlikte Ülke (Türkiyemizin) markalaşmasına yönelik yapabilecek olduklarımızı bu bakış açısıyla çoğullaştırıp, yönetimsel açıdan organize olup, uygulama alanına taşıyalım. Ne dersiniz bunu yapamaz mıyız? Evet bunun kolay olmadığını biliyorum ama inanın bana, bu yönde yapılanları örnek alarak , uygulanabilir bir eylem planının adımlarını berberce atabiliriz. Bu o kadar zor olmasa gerek. Ne demişler: “Büyük işler başarmak için sadece iş yapmamız yetmez, hayal etmemiz de gerekir. Sadece plan yapmanız yetmez,bir an önce uygulamaya geçmek gerekir…”
Belgin USANMAZ
belginusanmaz@gmail.com